Avcının biri bir gün bir serçe avlar, serçe dile gelerek avcıya "Bana ne yapmayı düşünüyorsun" diye sorar, avcı serçeye " seni kesip yiyeceğim" cevabını verir.
Bunun üzerine serçe avcıya "vallah,, benim etim ne kahvaltılık olur, ne de karın doyurur. Fakat eğer beni salıverecek olursan sana üç şey öğretirim, onlar etimi yemekten daha çok işine yarar. Kabul edersen bu üç şeyin ilkini şimdi elinde iken, ikincisini elinden uçup karşıdaki ağaca konunca üçüncüsünü de ağaçtan uçup önümüzdeki tepeye varınca söyleyeceğim" der.
Kuşun teklifine avcının aklı yatar, onu salıvermeye karar verir, "öğreteceğin ilk şeyi söyle bakalım" der. bunun üzerine kuş avcıya "elinden kaçan fırsatlar için hayıflanma" der. Avcı kuşu salıverir. Uçup karşı ağacın bir dalına konunca da ikinci şeyi öğretmek üzere "olmayacak şeye inanma"der. Bu sözlerden sonra kanatlanan kuş avcının önündeki bir tepeye varıp konar, oradan avcıya şöyle der. Ey Bedbaht adam:"Eğer beni kesmiş olsaydın kursağımdan her biri yirmi miskal ağırlığında iki inci çıkaracaktın"der.
Bu sözleri duyan avcı kaçırdığı fırsat karşısında hayıflanarak dudaklarını ısırır. Artık elinden bir şey gelmeyeceği için kuşa "üçüncüyü söyle" der.
Kuş avcıya "Sen ilk iki nasihatimi unuttun üçüncüsünü sana nasıl söyleyeyim ben sana"kaçırdığın fırsatlar için hayıflanma" demedim mi? Oysa sen daha az önce beni elinden kaçırdın diye hayıflanıverdin. "Yine ben sana "olmayacak şeye inanma" demedim mi? Benim etim, kanım ve tüylerimin hepsi tartılsa yirmi miskal çekmez, kursağımda her biri yirmi miskal ağırlığında iki inci nasıl olabilir?" der. ve uçup gözden kaybolur.
Bu hikayenin özü şudur:İnsanoğlu, kendisini aşırı tamahkarlığa kaptırınca basireti kapanarak gerçeği idrak edemez oluyor ve olmayacak şeyi olabilir gibi görüyor.
Evliyalar ölmez imiş...
Evliyalar Ölmez imiş,
Can acısın görmez imiş...
Diye bir söz söylenmiş. Gerçektende evliyalar ölmüyor.İşte Hacı Bayram Veli! Aşağı yukarı beş yüz kırk altı yıl evvel, Ankara'da, bu dünyadan, öteki dünyaya göçmüş... Beş yüz kırk altı yıl bu! Dile kolay... Ankara'da, anasının, babasının mesarını bilmeyen çok insan vardır, Hacı Bayram'ı bilmeyen, bir kere türbesinin önünden geçmeyen, bir defa işi düşüp de kapısına yapışmayan bir Ankara'lı düşünülebilir mi? Daha, türbeler kapatılmadan evveldi... Diye anlatırlar. Solfasol köyünden çok temiz, çok saf bir genç, askere gidiyormuş. Babasından kalma bir kaç altını, anasından kalma birkaç mücevheri varmış. Delikanlının derdi asker dönüşü evlenmek; servetini içine koyduğu küçük sandığını emanet edeceği, güvenip, bırakacağı kimseciği de yok. Düşünüyor, tasınıyor, acaba ne yapsam, diye sızlanıyor... Derken, bir gece rüyasında Hacı Bayram'ı görmez mi? "A! be Salimcik, ne düşünüp duruyorsun getir sandığını, bana bırak!" diyor.
Selim oğlan, ertesi günü, sevine sevine Ankara'ya geliyor,doğru türbedarın önüne dikiliyor, hal, keyfiyet böyle, böyle... diye meseleyi anlatıyor. Türbedar da uyanıklardanmış, gece o da haberini almışmış. Getiriyorlar sandığı, Hazretin başucuna bırakıyorlar. Sandık deyince, öyle koca bir şey sanılmasın, ancak bir çanta kadar.
Delikanlı askere gidiyor; gidiyor ama dönmek bilmiyor. Yemen ellerinde Uveys El-Karani gibi... Gez babam gez. Tam sekiz yıl!.
Bu sekiz yıl içinde ahval değişmiş, türbedar ölmüştür. Yeni gelen, Bayram Velî'nin başucundaki bu acayip sandığın hikmetini bir türlü anlayamamış. Kaldırıp, bir kenara koymak istiyor, ne mümkün? Yerinden kımıldatmanın ihtimali yok. Bu işe pek şaşıran türbedar, yanına bir yardımcı çağırıyor. Bir derken, üç oluyor... Nafile, sandık ne açılıyor, ne kımıldıyor. Sonunda:"Buişin içinde bir hikmet var" diyorlar!
Gel zaman, git zaman bizim Solfasol'lu, askerden kurtulup dönüyor. Ama artık o taze delikanlı değildir. Gene saftır, gene tertemizdir. Doğruca Hacı Bayram türbesine varıyor, bakıyor ki, türbedar değişmiş. Ama hiç umursamıyor, Ben malımı türbedara değil, doğrudan ona, Bayram Veli'ye emanet etmiştim" diyor ve sandığı almak üzere huzura varıyor. Üç ihlâs, bir fatiha okuduktan sonra "Hazretim!" diyor, "Ver bakalım emanetimi! Hani, ben askere giderken getir, saklayayım demiştin ya!"
Türbedar ve sandığı yerinden oynatamayan üç arkadaşı, merakla, konuşan adama bakıyorlar. O bir şeyin farkında değil sandığı kucakladığı gibi yola revan oluyor...
Ankara'lılar bu hikayeyi, emanete sadakatin tatlı bir örneği diye fırsat düştükçe anlatırlar...
ARKADAŞLIK
Kötü karakterli bir genç varmış. Bir gün babası ona çivilerle dolu bir torba vermiş. "Arkadaşlarınla tartışıp, kavga ettiğin her zaman bu tahtaya bir çivi çak" demiş. Genç, ilk gün tahtaya 37 çivi çakmış. Sonraki haftalarda kendi kendini kontrol etmeye çalışmış ve geçen her gün daha az çivi çakmış.
Nihayet bir gün gelmiş ki hiç çivi çakmamış. Babasına gidip söylemiş. Babası onu yeniden tahtanın önüne götürmüş. Gence "Bugünden başlayarak tartışmayıp kavga etmediğin her gün için tahtadan bir çivi çıkar sök" demiş.
Günler geçmiş. Bir gün gelmiş ki her çivi çıkarılmış. Babası ona "Aferin iyi davrandın ama bu tahtaya dikkatli bak. Çok delik var. Artık geçmişteki gibi güzel olmayacak" demiş.
Arkadaşlarla tartışılıp kavga edildiği zaman kötü kelimeler söylenilir. Her kötü kelime bir yara (delik) bırakır. Arkadaşına bin defa kendisini affettiğini söyleyebilirsin, ama bu delik aynen kalacak kapanmayacak. Bir arkadaş ender bulunan bir mücevher gibidir. Seni güldürür, yüreklendirir, ihtiyaç duyduğunda sana yardımcı olur, seni dinler ve sana yüreğini açar" demiş.
Bir hikmeti vardır
Adamın biri bir pislik böceği görür
" Bu yaradılışı çirkin pis kokulu bir yaratıktır.Allah bunu niçin yaratmışki ? " der.
Aradan zaman geçer, adamın yüzünde bir çıban çıkar. Nereye başvurduysa derdine bir derman bulamaz. Çııban yara haline gelir. Bir gün sokakta dolaşırken, yüzündeki yara bir yolcunun dikkatini çeker. ayak üstü sohbetten sonra yolcu kendine yardım edebileceğini, bu tip çıbanların oluşturduğu yaraların tedavisini bildiğini söyler. Adam her ne kadar inanmadıysa Allah'tan umut kesilmez diyerek kabul eder.
Yolcu bir pislik böceğinin getirilmesini ister.Orada bulunanlar bu isteğe gülerler. Fakat hasta olan adam, o böcek hakkında söylediği sözleri o an hatırlar ve derki ;
- Adamın isteğini yerine getirin, ne diyorsa yapın.
Yolcu getirilen böceği yakar ve külünü yaranın üzerine serper ve yara Allah'ın hikmetiyle iyileşir. Bunun üzerine hasta olan adam etrafına der ki ;
- Unutmayın ! Allah'u Teala'nın yarattıklarının, yaratılışında bir hikmet vardır, bir derde deva vardır. Velev ki pislik böceği olsa dahi.
Besmelenin Fazileti
Saliha bir kadının, münafık ve cahil bir kocası vardı. Bu kadın " Bismillahirrahmanirrahim " diye besmele çekmeden, hiçbir işine başlamazdı. Kocası,onun bu haline kızar, kadıncağıza yapmadığı eziyeti bırakmazdı. O saliha kadın ise, kocasının eza ve cefalarına sabreder ve onun doğru yola gelmesi için Allah'a dua ederdi.
Birgün,kadının kocası iyice öfkelenmişti..Karısına yapacağı eziyet ve kötülük için bir bahane arıyor ve kendi kendine :
" Şuna bir oyun çevireyimde görsün ; bakalım onu rezil olmaktan kim kurtaracak ? " diye söylenip duruyordu. Başkalarına açıkça söyleyemediği inkarcılığı,artık bütün çirkinliğiyle,içinde dolup taşmıştı.
Hanımını çağırdı,ona bir kese altın vererek :
- Bunu iyi sakla !!! diye tenbih etti. Kadında kocasının emri üzerine hemen gitti,besmeleyi çekerek keseyi iyice sakladı. Bu arada kocasıda onu gizlice takip ediyordu. Sonra karısının haberi olmadan keseyi, karısının sakladığı yerden aldı. İçindeki altınları boşaltarak, keseyi derin bir kuyuya attı. Aradan çok geçmeden karısını çağırdı ve :
- Sana verdiğim bir kese altını hemen getir. dedi.
Kadın koştu ; keseyi sakladığı yere,
" Bismillahirrahmanirrahim " diyerek elini uzattı.
Tam o anda, Allahu Tealanın emriyle, kese kadının sakladığı yerde içindeki altınlarla beraber aynen duruyordu. Islanan keseden suları damlıyordu. Kadın kesenin neden ıslak olduğunu anlayamadı ve keseyi kocasına getirdi. Adam içi altınla dolu keseyi görünce çok şaşırdı ve karısının söylediklerinin ne kadar doğru olduğunu anladı.
Sonra karısına ;
- Sana çok zulmettim,çok canını yaktım,beni affet. diye yalvarmaya başladı. Allah'a tevbe ve istiğfar etti. İbadetlerine bağlı bir insan oldu. O günden sonra dua ve yakarışlarında hep şöyle derdi ;
- Ya Rabbi ! Bana dünyam ve ahiretim için hayırlı, Saliha bir kadını eş olarak verdiğin için,sana hakkıyle şükretmekten acizdim,beni affet Alah'ım...
O saliha kadın ise ;
- Ya Rabbi ! Sana şükürler olsun ki,duamı kabul edip kocamı salihlerden eyledin,diye dua ediyordu.
Bu hikayeden alınacak ibretler ve çıkarılacak hikmetler çoktur.Büyükler demişlerki ; " Sabrın kendisi acıdır,lakin meyvesi tatlıdır."
Kaynak : Ahmed Şihabuddin El-Kalyubi'nin," Dini Hikayeler ", Çeviri : Hüseyin Erdoğan